En çok da politik alanda etkisini göstermiştir.
Troia Savaşı’nın, Batı’nın mı Doğu’ya karşı yoksa Doğu’nun mu batıya karşı verdiği bir savaş olduğunu vurgulamak için çabalar başlamıştır. Doğuda güçlü bir İmparatorluk kuran Persler MÖ 480 yılında Yunanistan’ın fethi için büyük bir orduyla Çanakkale Boğazı’nı geçmişlerdir. Dönemin Pers İmparatoru Kserkses, Troia’yı ziyaret etmiş ve burada Athena Tapınağı’na bin sığır kurban etmiştir. Batıya yapılan bu seferin intikamını almak için MÖ 334’te Doğu seferine çıkan Büyük İskender’de Troia’yı ve kahramanların mezarlarını ziyaret etmiş ve kendisinin kahramanlılarını yazacak bir Homeros’u olmadığından yakınmıştır.
Aynı şekilde, MÖ 100 yılından MS 500’lü yıllara kadar Antik Dönemin en güçlü İmparatorluğu olan Romalılar ve birçok Ortaçağ hükümdarı soylarını Troia’ya bağlamışlardır. Öte yandan Anadolu’nun bir Türk yurdu haline gelmesi ve İstanbul’un Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmesinden sonra Fatih, 1462 yılında Lesbos (Midilli) adasına bir sefer düzenlemiş ve bu seferinde Troia’yı da ziyaret etmiştir. Sefer sırasında yanında bulunan saray tarihçilerinden Gökçeadalı Kritovulos elyazması kitabında, Fatih’in Troia ziyareti hakkında şunları yazmıştır:“Bizzat kendisi, ordusuyla birlikte Hellespont’u aşmış, küçük Phrygia’yı geçmiş ve İlion’a varmıştır. Eski Troia şehrinin yıkıntı ve izlerini, kapsamını ve çevresinin avantajlarını ve ayrıca kara ve denizle olan elverişli bağlantısını gözlemlemiş. Bundan başka kahramanlardan Akhilleus, Aias ve diğerlerinin mezarları üstünde öykülerini dinlemiştir. Onları övmüş ve onların büyük işlerini hatırlatacak Homeros gibi bir şairleri olduğu için kutlamıştır. İnsanlar onun başını hafifçe sallayarak şunları söylediğini anlatmaktadır: “Allah, aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen, bu şehrin ve halkının intikamını alma hakkını bana nasip eylemiştir.”
Troia’ya olan ilginin sönük kaldığı Osmanlı Dönemi’nde Fatih’in ilgisini Homeros’un kitaplarını okumuş olmasına bağlayabiliriz.
Dünya Savaşı’nda Çanakkale, Troia Savaşı gibi bir büyük savaş daha yaşamıştır. Batılı güçler bu kez de Çanakkale Boğazı’nı geçmek için saldırmışlar ve ne hikmetse Troia Savaşı’na gelen Akha ordusunun komutanının ismi olan Agamemnon ismini en büyük zırhlı gemilerinden birine vermişlerdir. I Dünya Savaşı sonrası İtilaf Devletleri ile Osmanlı Devleti arasında yapılan Mondros Mütarekesi’nin 30 Ekim 1918’de Agamemnon zırhlısında imzalanması bir tesadüf değildir.
Çanakkale Savaşı’nı yakından yaşayan ve savaşta başarılı olan Mustafa Kemal, daha sonra Anadolu’da bağımsızlık mücadelesini başlatmıştır. Bağımsızlık için yapılan son savaş olan Başkomutanlık Meydan Muharebesi öncesi şunları söylediği Melih Cevdet Anday’ın bir yazısında Sabahattin Eyüboğlu kaynak gösterilerek aktarılmaktadır.“30 Ağustos Başkomutanlık Savaş günü. Sabaha karşı saldırının son durumunu gösteren haritayı Başkomutan Mustafa Kemal’in çadırına götüren Binbaşı durumu açıklar. Masanın üzerindeki haritaya bir göz atan başkomutan hemen ayağa fırlar ve coşkuyla: “Şimdi Hektor’un öcünü aldım” der”.
30 Ağustos bu yönüyle Troia Savaşının bir yansımasıdır.
Cumhuriyetin ilanından sonra 1925 yılında Fahrettin Altay Paşa’nın sorusu üzerine Cumhuriyet’in ilanının neden 29 Ekim olduğunu şu sözlerle açıklar:“Mondros 30 Ekim’dir… Cumhuriyet 29 Ekim. İşte bu da, mazlum bir milletin ahıdır. Sanırım ki o zaman ki devletler bunu anlamışlardır. Deyiniz ki, bu tarihten silinmek istenilen bir milletin öcüdür…”
Çünkü Cumhuriyet’in ilanından beş yıl önce Agamemnon Zırhlısı’nda imzalanan Mondros, bir teslimiyet ve parçalanma belgesidir ve 30 Ekim 1923 te beş yıl olacaktır. Atatürk hem beş yıl gibi bir zaman esaret altında kalmayı halkına yakıştırmamış hem de Troya’dan günümüze uzanan bir rövanşın son halkası olarak Cumhuriyet’i Mondros’tan bir gün önce ilan etmiştir.
Kaynak: Haber Merkezi
Troia Savaşı’nın, Batı’nın mı Doğu’ya karşı yoksa Doğu’nun mu batıya karşı verdiği bir savaş olduğunu vurgulamak için çabalar başlamıştır. Doğuda güçlü bir İmparatorluk kuran Persler MÖ 480 yılında Yunanistan’ın fethi için büyük bir orduyla Çanakkale Boğazı’nı geçmişlerdir. Dönemin Pers İmparatoru Kserkses, Troia’yı ziyaret etmiş ve burada Athena Tapınağı’na bin sığır kurban etmiştir. Batıya yapılan bu seferin intikamını almak için MÖ 334’te Doğu seferine çıkan Büyük İskender’de Troia’yı ve kahramanların mezarlarını ziyaret etmiş ve kendisinin kahramanlılarını yazacak bir Homeros’u olmadığından yakınmıştır.
Aynı şekilde, MÖ 100 yılından MS 500’lü yıllara kadar Antik Dönemin en güçlü İmparatorluğu olan Romalılar ve birçok Ortaçağ hükümdarı soylarını Troia’ya bağlamışlardır. Öte yandan Anadolu’nun bir Türk yurdu haline gelmesi ve İstanbul’un Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmesinden sonra Fatih, 1462 yılında Lesbos (Midilli) adasına bir sefer düzenlemiş ve bu seferinde Troia’yı da ziyaret etmiştir. Sefer sırasında yanında bulunan saray tarihçilerinden Gökçeadalı Kritovulos elyazması kitabında, Fatih’in Troia ziyareti hakkında şunları yazmıştır:“Bizzat kendisi, ordusuyla birlikte Hellespont’u aşmış, küçük Phrygia’yı geçmiş ve İlion’a varmıştır. Eski Troia şehrinin yıkıntı ve izlerini, kapsamını ve çevresinin avantajlarını ve ayrıca kara ve denizle olan elverişli bağlantısını gözlemlemiş. Bundan başka kahramanlardan Akhilleus, Aias ve diğerlerinin mezarları üstünde öykülerini dinlemiştir. Onları övmüş ve onların büyük işlerini hatırlatacak Homeros gibi bir şairleri olduğu için kutlamıştır. İnsanlar onun başını hafifçe sallayarak şunları söylediğini anlatmaktadır: “Allah, aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen, bu şehrin ve halkının intikamını alma hakkını bana nasip eylemiştir.”
Troia’ya olan ilginin sönük kaldığı Osmanlı Dönemi’nde Fatih’in ilgisini Homeros’un kitaplarını okumuş olmasına bağlayabiliriz.
Dünya Savaşı’nda Çanakkale, Troia Savaşı gibi bir büyük savaş daha yaşamıştır. Batılı güçler bu kez de Çanakkale Boğazı’nı geçmek için saldırmışlar ve ne hikmetse Troia Savaşı’na gelen Akha ordusunun komutanının ismi olan Agamemnon ismini en büyük zırhlı gemilerinden birine vermişlerdir. I Dünya Savaşı sonrası İtilaf Devletleri ile Osmanlı Devleti arasında yapılan Mondros Mütarekesi’nin 30 Ekim 1918’de Agamemnon zırhlısında imzalanması bir tesadüf değildir.
Çanakkale Savaşı’nı yakından yaşayan ve savaşta başarılı olan Mustafa Kemal, daha sonra Anadolu’da bağımsızlık mücadelesini başlatmıştır. Bağımsızlık için yapılan son savaş olan Başkomutanlık Meydan Muharebesi öncesi şunları söylediği Melih Cevdet Anday’ın bir yazısında Sabahattin Eyüboğlu kaynak gösterilerek aktarılmaktadır.“30 Ağustos Başkomutanlık Savaş günü. Sabaha karşı saldırının son durumunu gösteren haritayı Başkomutan Mustafa Kemal’in çadırına götüren Binbaşı durumu açıklar. Masanın üzerindeki haritaya bir göz atan başkomutan hemen ayağa fırlar ve coşkuyla: “Şimdi Hektor’un öcünü aldım” der”.
30 Ağustos bu yönüyle Troia Savaşının bir yansımasıdır.
Cumhuriyetin ilanından sonra 1925 yılında Fahrettin Altay Paşa’nın sorusu üzerine Cumhuriyet’in ilanının neden 29 Ekim olduğunu şu sözlerle açıklar:“Mondros 30 Ekim’dir… Cumhuriyet 29 Ekim. İşte bu da, mazlum bir milletin ahıdır. Sanırım ki o zaman ki devletler bunu anlamışlardır. Deyiniz ki, bu tarihten silinmek istenilen bir milletin öcüdür…”
Çünkü Cumhuriyet’in ilanından beş yıl önce Agamemnon Zırhlısı’nda imzalanan Mondros, bir teslimiyet ve parçalanma belgesidir ve 30 Ekim 1923 te beş yıl olacaktır. Atatürk hem beş yıl gibi bir zaman esaret altında kalmayı halkına yakıştırmamış hem de Troya’dan günümüze uzanan bir rövanşın son halkası olarak Cumhuriyet’i Mondros’tan bir gün önce ilan etmiştir.